Grand Kartal Oteli Yangını - Berk Ertürk

21 Ocak Kartalkaya Grand Kartal otel yangınında oteldeydik. 

Yaşadıklarımı yazmak istedim. Olayın üzerinden 11 gün geçmiş ve biz hala eşim için hastanedeyiz. Hala da tam iyileşmiş değil. Benim için ise sürekli düşünüp kafamda kurmaktansa refakat ettiğim gecelerde yazmak daha iyi geldi. 

Medyayı çok takip etmedim, hiç tv seyretmedim ama sorumluluk konusunda tartışmaların olduğunu biliyorum. Bu tartışmaların ilerisi için olumlu bir sonuca dönüşeceği konusunda bir beklentim de umudum da yok. Amacım daha çok kendi yaptıklarım veya yapamadıklarımdan bahsedip bazı dersleri kendimiz için çıkarmak. Bir kişiye faydası olsa yeterli. Yaşadıklarımızı yazarken hatırladıklarımı ve ailemden ve diğer kurtulanlardan dinlediğim parçaları birleştirdim.


O gün otele giriş yapmıştık ve otelin 8. katında ve dağa bakan cephesinde kalıyorduk. Bağırışlara uyandığımda yan odalarda bir tartışma oluyor sandım. Yangın diye bağırışları duyduğumuz anda tüm aile bir anda odadan dışarı fırladık ve odadan çıktığımızda koridorda simsiyah ve kesif dumanı gördük. Dumanın bu halini görünce yangından çok geç haberimiz olduğunu anladım.

Odamızın kapısı üzerimize kapanmıştı ve kartımızı almayı düşünmediğimiz için tekrar odamıza giremiyorduk. Hep birlikte yan odada kalan arkadaşlarımızın kapısını çaldık ve içeri girdik. Aslında o oda da bizimki gibi, otelin yamaca bakan ve itfaiyelerin gelse de müdahale edemeyeceği bir odaydı ancak bunu düşünecek halde değildik, neredeyse hiç bir şeyi düşünerek ve planlı yapmıyorduk zaten.

Hep birlikte şaşkınlığımız devam ediyordu. Telaşla bir kaç çarşaf ve nevresimi birbirine bağladım, bir ucunu da kalorifere bağladım ancak pencereden kafamı uzattığımda hem çok yüksekte olduğumuzu hem de alt katlardaki pencerelerden dışarı doğru alevler yükseldiğini gördüm. Sonradan düşününce çarşafları bağlayıp 8. kattan inmeye çalışmak da iyi bir plan değildi çünkü hem o kadar çarşaf, nevresim bulamazdım, hem de başkalarının başına geldiği gibi çarşaflar yırtılabilirdi ve çok yüksekten düşebilirdik.

Bu odada kalarak kurtulmak mümkün olmayacaktı. "Çok az vaktimiz var yangın çok çabuk yayılacak" diye bağırdığımı hatırlıyorum.

O sırada odadakilerden bir grup koridora çıktık. Çok düzensiz ve panikle hareket ediyorduk hepimiz. Bir arada kalamadık. Koridora çıkar çıkmaz otelin ortasında olan asansör ve merdivenlerin olduğu bölgeden bize doğru koşanlarla karşılaştık, hatta o taraftan bize doğru koşan insanlarla kelimenin tam anlamıyla kafa kafaya çarpıştık. O taraf yangının ve dumanın geldiği taraftı. O tarafın kapalı olduğunu anlayınca yangın ve duman kaynağını arkamıza alıp koridorun diğer ucuna koştuk. Vardığımız nokta, otelin girişine doğru dışardan baktığınızda, otelin en sol ucundaki, altında sundurma olan dar kenarı idi.

Dumandan boğulmak üzere idik ve nefes alabilme refleksiyle oğlumla birlikte gördüğümüz koridor ucundaki pencereyi kırmaya çalıştık. Pencereyi kırmaya çalıştık çünkü pencere kitlenmiş ve açma kolu çıkarılmıştı. Amacımız biraz temiz nefes almaktı. Ancak pencere önünde duran mobilyayı pencereye ne kadar vursak kırılmadı. Cam değil başka bir malzemeydi. Pencereyle o kadar uğraşmak da düşüncesizce bir hareket oldu. En değerli olan şeyi, oksijenimizi daha hızlı tüketiyor, daha fazla duman soluyorduk. Artık dumandan çok etkilenmiş ve nefes alamaz hale gelmiştik. Arkamızda ve çevremizde duvar gibi yoğun ve kesif zehirli duman, önümüzde kıramadığımız bir pencere ve her nefesimizde göğsümüze bıçak gibi saplanan nefesimiz ile koridorda kısılıp kalmıştık. İnanılmaz bir çaresizlik hissettim. Yapacak bir şey kalmamış gibiydi ve buraya kadarmış diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum. Oğlum o pencerenin önünde yere çökmüştü. Belli ki bayılmak üzereydi. O sırada kim akıl etti, kim kapıyı çaldı veya açtı bilmiyorum koridorun sonundaki otopark tarafına bakan odanın kapısı açıldı ve kendimizi son anlarda içeri attık. İyi ki o koridor camını kıramamıştık. İyi ki o kapı açılmıştı. Daha o koridorda kaç saniye durulabilirdi bilmiyorum.

Bu odaya benimle içeri girenin ailemden sadece oğlum olduğunu o an farkettim. Bizimle birlikte olduğunu sandığım eşim ve kızım yoktu. O kadar panikle ve plansız hareket ettik ki, o karanlık ve göz gözü görmeyen ortamda koridor camını oğlumla kırmaya çalışırken eşim ve kızımın arkamızda olmadığını farketmedim. Odada olmadıklarını görünce kapıyı açıp koridora tekrar çıktım ancak koridorda tek bir nefes almak, burnunuzun ucunu görmek artık mümkün değildi. Duvara çarpmış gibi tekrar içeri girdim. İçeride de nefes alamıyorduk. Sanırım koridorda eforla uğraşmaktan oğlumla birlikte dumandan fazlaca etkilendik ve biz ikimiz o odadakilerden daha da fazla nefes darlığı çekiyorduk.

Bu ulaştığımız odanın penceresinden aşağı bakınca 5. Kat seviyesi gibi bir sundurma gördüm. Oğluma atlamamız lazım dedim. O zaten pencereyi görünce atlamayı kafasına koymuş olduğunu söyledi sonradan. Bir saniye düşünmeden cesurca kendini pencere pervazından sallandırdı. Amacımız düşme mesafesini azaltmaktı. Atladı! Ayaklarının üzerine düştü. Düşer düşmez acıyla “ayağım kırıldı baba” diye bağırdı. Belinde de bir omurda kırık olmuş aslında. Ben de onun yaptığını yaptım. Sallandım pervazdan ancak onun kadar cesaretli değildim, bir süre elimi bırakamadım. Elim kitlenmiş gibiydi. Sonra ellerimi bıraktım. Ayaklarım alt katın pervazına çarpınca ben ayaklarımın üstüne değil sırt üstü düşmüşüm. Düştükten sonra oğlumdan dinlediğime göre gözlerim açık şekilde bir süre baygın kalmışım. Beni kaybettiğini sanmış. Ağzımdan kan geldiğini söylüyor ama ben ayıldığımda böyle bir şey hatırlamıyorum; belki darbeyle bir anlık bir parça kan tükürdüm. Sırtımın çok acıdığını hatırlıyorum. Sırtüstü düşünce kafamı da çarpmışım ve bir kaç santim yarılmış, kanıyormuş ancak onun farkında değildim uzun süre. Sonradan hastanede öğreneceğim gibi sırtımdaki acı ise kırdığım kaburgamdanmış. İstanbul'a döndüğümüzde bir de köprücük kemiğinin göğüs kafesine birleştiği yerden kırıldığını da öğrendik. 

Üzerine düştüğümüz sundurma kayıyordu. Neredeyse kayıp ucundan düşecektik ancak bu riski farkedince çok dikkatli hareketlerle ikimiz ucuna kadar süründük.

Hava, sabah 4’te, Ocak ayında, Köroğlu dağlarının tepesinde ne kadar soğuk olabilirse o kadar soğuktu ve biz ikimiz pijamalarla, tek çift ayakkabı ile damın tepesinde kalakalmıştık. Hipotermiye girmemiş olmamız da bir şans sanıyorum.

Aşağıdakilere, ”ya bir merdiven getirin ya da oradaki arabaları altımıza doğru çekin de atlayalım” diye bağırıyorduk. Sanıyorum orada en az 10-15 dakika bekledik ve sonunda bir merdiven geldi. Ben bunlar yaşanırken zaman mevhumunu kaybettim ancak o merdivenden kırık kaburga ve kırık kaval kemiğiyle indiğimizde bile daha hala itfaiye görmedim. 

Aşağı indiğimizde oğlumun ayağı kırık diyince koluna girdiler ve yandaki Kartal otelin lobisine bizi götürdüler. En yakın kanepeye bizi yatırdılar ve üzerimize birer battaniye verdiler. Kartal otel personeli çok yardımcı olmaya çalışıyordu ancak onlar da panik haldeydiler. Ne kadar sonra tam hatırlamıyorum ama telefonla İstanbuldaki kardeşimi aramak aklıma geldi ve yardım istedim. Şimdi telefon tarihçesine baktığımda bu görüşmeyi 4:46’da yapmışız.

Otelin lobisinde kurtulanları görmek mümkündü ancak kızımla eşim orada değildi! Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyordum. Hala birilerini getiriyorlardı lobiye, gözüm hep kapıdaydı. Oğlumla ikimiz de şoktaydık. Onun da canı çok yanıyordu. Bir sağlık ekibi geldi. İnsanlar bize doğru yönlendirdi ve ekip durumumuzun kritikliğini anlamak için sorular sorduktan, muayene ettikten sonra bize ambulans getireceklerini söyleyip yanımızdan ayrıldılar.

Bir süre sonra lobiye yanan otelden gelen duman dolmaya başladı. Bu ne kadar tehlike yaratırdı ve kim karar verdi bilmiyorum ama lobideki herkesi, otelden yaklaşık 150 metrelik bir tünelle inilen, pistlerin başındaki Morino cafeye doğru gitmeye zorladılar. Burası normalde otelden kayarak inilen bir yerdir ve yürüyerek ulaşmak kolay değildir, oteli bilenler bilir. Bizim halimizde yürümek daha zor olacaktı ama seçenek bırakmadılar. Ben odadan çıkarken ayakkabılarımı ayağıma geçirmiştim, bu yüzden yanımızda tek çift ayakkabı vardı. Ayakkabımın tekini oğluma vermiştim. Diğer ayaklarımıza Kartal otel lobisinde bulduğumuz birer poları bağlayıp ayakkabı yaptık.

Oğlum o mesafeyi iki çalışanın omuzlarında kırık ayakla nasıl yürüdü bilmiyorum. Ben ancak yanlarında zorlukla eşlik edebiliyordum. Morino cafeye ulaştığımızda büyük bir kalabalık vardı ancak bizim halimizi görenler yer verdiler ve çalışanlardan bir kaçının verdiği montları ile ısınmaya çalıştık. Hava burada da buz gibi ve karanlıktı.

Çok geçmeden buraya da sağlık ekibi geldi. Onlar da bizi yukarıda arıyorlarmış ambulansa almak için. Zar zor ulaştığımız bu cafeden tekrar yukarı gideceğimizi söylediler. Yürüyebilen herkes gitmiş, cafede oğlum, ben ve bir kaç sağlık çalışanı ile bize yardım eden 2 otel personeli kalmıştı. Neyse ki biraz daha bekledikten sonra oğlumu almak için bir kar motoru ve sedye geldi. Ben ise bir sağlık çalışanının koluna girerek tekrar tünelden yokuşu gerçekten zorlukla çıktım. Otele ulaşıp bir kat daha merdiven çıkınca ambulansların olduğu alana ulaştık. Ambulansa girdiğimizde beni bir koltuğa sabitlediler, ayakta zor duruyordum, oğlum ise yatıyordu ve bir türlü ısınamıyordu. Bize montlarını veren otel personeli dostlara eşyalarını geri verdik. Sağolsunlar. İkimize de oksijen desteği ile dağdan iniş başladı. Defalarca çıkıp indiğimiz bu dağ yolu bu kez bizim için çok zor geçti. Bolu’ya yaklaşırken telefonum çaldı ve oteldeki birlikte tatil yaptığımız arkadaşım kızımın bulunduğunu söyledi. Konuşamadım, bir şeyler geveledim galiba ve telefonu kapadık. Oysa kızımın ne halde bulunduğunu, eşimin de bulunup bulunmadığını sormalıydım, soramadım.

İzzet Baysal hastanesi Köroğlu birimine ikimizi yatırdılar. Sürekli eşimle kızımı sorgulamalarını istiyordum. “Buraya öyle biri gelmedi ama başka hastanelere gitmiş olabilirler” diyorlardı. Gerçekten de yaklaşık 1 belki 1.5 saat sonra ikisinin de yaralı kurtarıldığını ve üniversite hastanesinde olduklarını söylediler.

Biz sundurmanın üstüne düştüğümüzden bu haberi aldığımız ana kadar kaç saat geçti bilmiyorum ama hayatta olup olmadıklarını bilmeden geçen çok zor saatlerdi. Biliyorum ki bizimle benzer durumda aynı haberleri bekleyen bir çok iyi insan sevdiklerini kaybetti.

Eşim ve kızımın kurtulma hikayesi ise inanılmaz bir ayrı mucize. O koridorun sonundaki camla uğraşıp sonra sondaki odaya biz oğlumla sığındığımızda, onlar hala bizim ilk ulaştığımız odadalardı. Sığındıkları odada nefes almaya çalışırken pencereden baktıklarında bir kaç oda ilerde bir odaya daha az duman ve alev geldiğini görüp oradaki aileye seslenerek gelmek istediklerini söylüyorlar.

O odadaki aile eşimi, kızımı ve aile dostumuzu odalarına alıyorlar ve bu yaptıklarıyla zaten eşimle kızımın hayatlarını kurtarıyorlar. O odaya geldiklerinde dumandan hayli etkilenmiş durumdalar. O dakikadan sonra o odadaki ailenin babası inanılmaz bir mücadele ile herkesi, özellikle çocukları ayık tutmaya çalışıyor. Camı da kırarak, kucağında cocukları camdan uzatarak nefes almalarını sağlıyor, bayılanları ayıltıyor. Üzerlerine çatıdan düşen ve pencereden içeri uçuşan yanan parçaları çocuklardan uzakta tutmaya çalışıyor, kendisinde ve odadakilerin kıyafetlerinde ve vücutlarında yanıklar, ellerinde kesikler oluşuyor. Daha sonra o oda da dışarıdan gelen yanan parçalar ve duman yüzünden durulmaz hale gelince, koridora çıkıp bizim kıramadığımız koridor camını zorlukla ve elleri de zarar görerek kırıyorlar. Koridor o esnada bir miktar durulabilecek hale gelmiş, belki üst katlara ulaşan yangın veya açılan bir yerler dumanı biraz çekmiş. Biraz önce veya biraz sonra o koridora da çıkılamazdı belki de. 

Sonradan güvenlik kameraları kayıtlarında gördüğümüze göre, artık bu saatte yangın çıkalı 2 saati geçmiş, bulundukları kat, alttan gelen yangın ile asansör boşluğundan çatıya ve üst katlara ulaşan alevler arasında kalmış ! Otel ışıkları tamamen sönmüş. 

Aile, aşağıda gördükleri sepetli itfaiye araçlarının dikkatini telefon ışıkları ile çekiyor. Bu telefon ışıkları olmasa itfaiyenin binanın o yan tarafına uzanan bir aracı, merdiveni yok. İtfaiye bir kaç manevradan sonra saat 5:40’ta merdivenini o 8. kat koridor camına uzatıyor ve aileyi çıkarıyor (bu bilgileri görüntülerden öğrenince yazıya sonradan ekledim)Kendileri çıkarken, itfaiyeyi de kızımın ve eşimin bulunduğu odaya yönlendiriyorlar ve itfaiye bu sayede bizimkileri bulundukları odadan kurtarıyor. Kızımın ve eşimin hayatını kurtaran bu kahraman Baba ile tanıştık ve kucaklaştık. Otelde olduğu gibi hastanede de oda komşusu olduk. Duygularımızı ifade etmek zor.

Kızım, itfaiyenin kucağında gözlerini açtığını hatırlıyor. Bu noktada dakika değil saniyelerin ne kadar önemi olduğunu şöyle anladık: Aynı odadan itfaiyenin çıkardığı ve kaybettiğimiz canlar oldu, yoğun bakımda kalarak hayata tutunan oldu. İtfaiyenin bu dağ yolunu daha hızlı alması mümkün olmazdı, onlar görevlerini ellerinden gelen şekilde yapmışlar diye anlıyorum ama itfaiyeye bir dakika bile geç haber verildiyse bu kaybedilen canların sorumluluğu üzerlerindedir. Belki kaybettiğimiz canlar bir kaç dakika önce o odalardan çıkarılsalar hayata tutunmuş olabilirlerdi.

Başımızdan geçenler toparlayabildiğim kadarıyla bu şekilde. Bir de ayrı bir yazıda neler yapılabilirdi, yapabilirdim konusunda yazacağım. 

Berk Ertürk

01.02.2025

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Otel Yangını - Neler yapılabilirdi ve teşekkür. - Berk Ertürk